Avusturya, Viyana - Gezilecek Yerler

Merhaba,

Avusturya'nın başkenti Viyana, Orta Avrupa gezimizin son durağıydı. Münih'ten otobüsle yaklaşık 6 saatte ulaştık. Prag-Münih arasındaki yolculuğumuz ne kadar güzelse, Münih-Viyana arası o kadar berbattı. Hayatımda yaşadığım en hijyen yoksunu (tuvalet ihtiyacını açıkça otobüste giderenler, çıplak ayaklarını önde oturanın başının iki yanına uzatanlar, havasızlık, koku), en gürültülü, en ürkütücü (yolculardan biri uyurken birinin cüzdanını çaldığını iddia etti) ve en huzursuz otobüs seyahatiydi kesinlikle. Bu tarz sorunlarla Türkiye'de ya da dünyanın farklı bir yerinde de karşılaşabiliriz elbette. Velhasıl, her şeye hazırlıklı olarak yola çıkmak gerekiyor. :)

Otele yerleştikten hemen sonra Viyana'nın ana meydanı Stephansplatz'a gittik. Stephansplatz, çok canlı, ışıl ışıl, turistik bir bölge. Önce, St. Stephen's Cathedral'i ziyaret ettik. 12. yüzyılda inşa edilen katedral, Roma ve Gotik tarzda mimariye sahip.
Vaktiyle, Osmanlı'nın gelişini haber vermek için kilisenin kulesinde çan çalan biri görevlendirilmiş ve bu görev 1956 yılına dek devam etmiş.


Kiliseden ayrılıp, Viyana sokaklarında dolaşarak Mozart'ın, müzeye dönüştürülen evine doğru yol aldık. Viyana'da her yerde faytona rastlamak mümkün. Yarım tur, tam tur şeklinde gezebiliyorsunuz.


Mozarthaus, Mozart'ın çok kısa bir süre yaşadığı daha sonra müzeye dönüştürülen bir ev. İçeride eşya yok, duvarlarda Mozart'ın eserlerine ait açıklamalar var. Hangi eserini ne zaman ne için bestelediğini detaylarıyla öğrenebiliyorsunuz. Ancak yine de ev hayatına ilişkin bilgi edinmek mümkün değil, çünkü odalar boş. Bir sürü oda var ve odaların ne amaçla kullanıldığı bile varsayımlar üzerine. Giriş 11€ ve müze Stephansplatz'a çok yakın değil.

Görülmesi gereken yerler arasına Schönbrunn Sarayı'nı mutlaka almalısınız. Çok güzel bir bahçesi, hanedandan kalma eşyaların sergilendiği müzesi var. Aynı şekilde Belvedere Sarayı da görülesi yerler arasında. Saraylara girmeyip, bahçelerinde oturup dinlenmek isteyebilirsiniz.



Viyana binalarının her biri adeta birer sanat eseri. Detaylara öyle anlamlar yüklenmiş ki, insan hepsinin önünde durup bir incelemek istiyor. Viyana Belediye Binası da bunlardan biri. 19. yüzyılda yapılmış ve günümüzde de kullanılıyor. Karşısında da 18. yüzyıldan bu yana sahne sanatlarına ev sahipliği yapan Burgtheater bulunuyor.



Görülesi başka bir sanat müzesi de Albertina Müzesi. 17. yüzyılda yapılan bina, saray, balo salonu, müze ve sanat galerisi olarak kullanılmış.


Stephansplatz'da Orta Çağ kostümleri giyinmiş gençler klasik müzik konser biletleri satıyor. Eğer klasik müzik severseniz, bunlardan birine kesinlikle katılmanızı tavsiye ederim. Biz Palais Schönborn'daki, yaklaşık 1,5 saat süren konsere katıldık.

Palais Schönborn, 17. yüzyılda inşa edilmiş bir saray. Barok mimariye sahip. Atmosfer zaten baş döndürücüyken, bir de böylesine kaliteli müzik dinlemek insanı kısa süreli de olsa dünyadan uzaklaştırıyor. Bilet ücreti 20€ idi.


Malum, Viyana denince ilk akla gelen şeylerden biri şnitzel. Molly Darcy's isimli yerel bir mekanda şnitzel yedik. Tamamen tesadüfi, araştırmadan, yorgunluktan kendimizi attığımız bir yerdi burası. Ama tek kelimeyle bayıldım! Bira yeşildi, gıda boyadı değilmiş, kimyasal renklendirici olmadan yapıyoruz dediler sorduğumda. O da başarılıydı.




Geldik, Viyana sokaklarına renk katan Kunst Haus'a. Renklerin insan psikolojisi üzerinde olumlu katkısına buralarda şahit olabilirsiniz. Mimarlığını Friedensreich Hundertwasser'in yaptığı bina, müze olarak kullanılıyor. Giriş katında çok şirin bir cafe bulunuyor. Yakınlarında benzer mimarilerde birkaç bina daha var.


9 günlük tatilimizin son 2,5 gününü Viyana'ya ayırmıştık. Hala hayattayken, yorgunluktan ölmemişken kendimizi ödüllendirmek istedik ve Volksprater'e koştuk. Burası bildiğimiz lunaparktan hallice bir yer. Bilet ücretleri 2-3€. Dönme dolaptan, su kaydırağına, hız trenine binip çocuklar gibi şenleştik. Arada yapmak lazım. :)



Demel, Viyana'da çok ünlü pastacılardan biri. Belki de en popüleri bilemiyorum. Güzel pastalar var ancak çok kalabalık ve oturmak için saatlerce beklemek gerekiyor. Biz beklemeye dayanamayarak kaçanlardanız.


Cafe Central, piyano severler için mutlaka tavsiye edeceğim bir yer. Yemek yiyebilir, yerel içkilerden deneyebilirsiniz. Şarapları çok güzeldi. Yine 17.-18. yüzyıllardan kalma bir mekan.

Viyana, özellikle sanat severler için gidilecek yerler listesinde üst sıralarda olması gereken bir şehir. Her köşede bir galeri, müze, jazz bar, klasik müzik çalınan mekan var. Keşke daha fazla vakit ayırabilseymişim, 2-3 gün yeterli değil kesinlikle. Tekrar görebilirim umarım. :)

Okuduğunuz için teşekkürler.




Almanya, Münih - Gezilecek Yerler

Merhaba,

Orta Avrupa gezisinde, Prag'dan sonraki noktamız Münih oldu.

Münih, Almanya'nın en büyük şehirlerinden biri. Daha önce Düsseldorf ve Köln deneyimlerim olmuştu. Münih'te de tıpkı bu 2 şehirde olduğu gibi Türk nüfus yoğunluğu çok fazla. Öyle ki yolda yürürken rastlayacağınız 10 kişiden 1'i Türkçe konuşuyor. Girdiğimiz kiliselerde, müzelerde, cafelerde hep Türk vardı ve bol bol dertleştik. :)

Prag'dan Münih'e geçişimiz otobüsle 5 saat kadar sürdü. Bileti daha önce eurolines'ın web sitesinden 9€'ya almıştım. Otele varıp yerleştikten sonra, yemek yemek için Marienplatz'ta bulunan Hard Rock Cafe'ye gittik.



Marienplatz, Münih'te görülebilecek belli başlı yerlerin bulunduğu ana meydan. Cıvıl cıvıl, kalabalık, ışıltılı, canlı. Meydanda ilk göze çarpan, ihtişamıyla New Town Hall (Neus Rathaus) oluyor. 19 yüzyılda yapılmış, görkemli bir yapı. Saat 11, 12 ve 17'de bina üzerinde bulunan bir bölümde gösteri oluyor.

Fraunenkerkirche Kilisesi popüler kiliselerden biri. Sebebi ise şeytanın ayak izi olduğuna inanılan bir izi bulundurması. Kilise yapılırken penceresiz olması planlanıyor. Bunu duyan şeytan, dalga geçerek buraya ayak izini bırakıyor. Efsane işte. Bunlardan dünyanın çeşitli bölgelerinde var. Bir tane de Ayvalık'ta Şeytan Sofrası'nda yer alıyor.


Fraunenkerkirche Kilisesi'nden sonraki durağımız Residenz München oldu. Bir şehri tanımanın yolunun müzelerini gezmek olduğunu düşünürüm hep. Burası da Münih'i anlamak için mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer kesinlikle. Müzeye girişte farklı opsiyonlar var, biz sarayı, hazineyi ve tiyatroyu görmek istedik ve bilete 13€ ödedik.

Altın, her dönemin ve her topluluğun kullandığı vazgeçilmezlerden kuşkusuz. Münih'teki bu sarayda da bunu görmek mümkün. Saraya ait tablolar, duvarlar, yataklar, koltuklar, avizeler ve aklınıza gelebilecek neredeyse her kullanım alanında altına bolca yer verilmiş.




Sadece denizden çıkarılan malzemelerle yapılmış böyle göz kamaştırıcı bir eser bulunuyor.

Sarayı gezdikten sonra aynı biletle sarayın tiyatro binası olan Deutsches Theatermuseum'a gittik. Burayı bekleyen güvenlik görevlileri Türk'tü. Özellikle tiyatronun girişinde bekleyen mavi gözlü, 73 yaşında olduğunu söyleyen bir amca vardı. Sandalyelere oturduk, hikayesini dinledik. 30 yaşında Türkiye'den çıkıp gelmiş, çok şey anlattı, torunlarından bahsetti. Sonra bizi aldı başka bir Türk bayanla tanıştırdı. Özlem var ama dönüş yok...


Saraydan tamamen çıkıp Münih sokaklarını gezmeye koyulduk.


St. Peter's Church, Münih'te görülmesi gereken yerlerden biri daha. Çünkü Marienplatz en iyi buradan gözlemleniyor demek mümkün. Giriş 2€ ve epey bir merdivenle terasa çıkılıyor.




Kiliseden indikten sonra genç-yaşlı herkesin toplanma noktalarından biri olan Altstadt'taki Viktualienmarkt'a gittik. Burası hem açık bir pazar hem de onlarca bank var, oturup bira içip yemek yiyebiliyorsunuz. Biz de birer sandviç ve bira alıp dinlenmeye koyulduk.

Akşama doğru daha çok alışveriş odaklı cadde olan Neuhauserstr üzerinde bulunan Oberpollinger isimli avm'ye girdik. Ben yurtdışı tatillerimde avm avm gezmeyi seven biri değilim. :) Ve hatta bunu vakit kaybı olarak görüyorum. Ancak Münih çok soğuktu ve monta ihtiyacımız vardı.

Otelimiz Marienplatz'a 2 metro durağı ötedeydi. Hemen yanında da bir Türk restaurantı görmüştük. Akşam yemeğini orada yemeyi planlamıştık. Mekan sahibi Türk olduğumuzu öğrenince hemen çay suyu koydu. :) Pide yaptı afiyetle oturup yedik. Samimiyetimiz kimsede yok gerçekten.

Ertesi gün Münih'teki son günümüzdü. Englischen Garten ile güne başladık. Havanın güneşli oluşunu fırsat bilen insanlar, parkı doldurmaya başlamıştı. Çiçekler açmaya başladığında elbette çok daha güzel bir çehreye sahip olacaktır ancak bu haliyle de muhteşemdi.


Avrupa parklarında görülebilecek bir manzara da petank oynayan insanlar. Hem sosyalleşmek hem de vakit değerlendirmek için oyun oynayan grupları aralıklarla görmek mümkün.
Englischen Garten'a veda edip BMW Museum'a gittik. Eski koleksiyonların sergilendiği müzeden çıkıp, yeni modelleri görünce, araba endüstrisinin ve teknolojisinin ne kadar hızlı geliştiğini görüyor insan. BMW severler için giriş katta hediyelik eşya satan bölüm var.



BMW Museum'dan ayrılıp, Münih'teki son uğrak yerimiz Olympiapark'a gittik. 1972 olimpiyatları bu alanda gerçekleşmiş. Hala hizmet vermeye devam ediyor. Olympic Tower ile şehri yaklaşık 190m yükseklikte izleyebiliyorsunuz. Giriş ücreti 7€.

Komplekste restaurant bulunuyor. Bisiklet kiralayıp, havuza girebilirsiniz ya da sadece gölet kenarına oturup huzurlu vakit geçirebilirsiniz. Rock müziği severler için içeride bir de Rockmuseum bulunuyor.

Okuduğunuz için teşekkürler.




Çek Cumhuriyeti, Cesky Krumlov - Gezilecek Yerler

Merhaba,

Prag gezimizin son gününü Cesky Krumlov şehrine giderek değerlendirdik.
Prag-Cesky Krumlov arası otobüsle yaklaşık 3 saat sürüyor. Gidiş dönüş ücreti ise -firmalara bağlı olmakla birlikte- 400 Çek Korunası idi.

Çok küçük bir şehir olması nedeniyle günübirlik geziye uygun. Görülebilecek tarihi yerler sınırlı ancak eğer bahar aylarında gidecekseniz rengarenk, muhteşem bir manzara ile karşılaşacaksınız.

Şehre girerken, sarı+turuncu renkli bir kapıdan geçiyorsunuz; kendisi şehrin kapısı.


Sokaklar Orta Çağ dönemine uygun restore edilmiş ve hala o dönemin ruhunu yansıtıyor. Taş binalardan, kaldırımlardan geçerek Cesky Krumlov Kalesi'ne doğru ilerledik.


Kale 13. yüzyılda yapılmış ve şato olarak kullanılmış. Etrafı Vltava Nehri ile sarılı, muhteşem bir manzaraya sahip. Balo salonları, galeriler, Rönesans odaları, tiyatro, avlu, bahçeler, at arabası işletmesi gibi görülebilecek birçok kısmı mevcut.


Kaleye doğru ilerledikçe şehrin güzelliği daha da derinleşiyor. Her yer alabildiğine turuncu kiremit ve dik çatılardan oluşuyor sanki.
Bir taraftan da Vltava Nehri akıp gidiyor.



Binaların birçoğunda yaşayan insanlar var. Bunlar hayatlarını buradaki turizm ile sürdürenler genellikle. Zaten giriş katı genellikle ticari amaçla kullanılıyor.



Çok şirin, taş restaurantları var. Ancak çok erken saatlerde kapanıyorlar maalesef. Restaurace Mastal otantik, farklı bir ambiyansa sahip yerlerden biri.



Cesky Krumlov küçük ama inanılmaz romantik, mutlaka görülesi Orta Çağ şehirlerinden biri. Turistik oluşu sebebiyle biraz pahalı denebilir. Prag'a gidecekseniz 1 gün de buraya plan yapmanızı tavsiye ederim.

Okuduğunuz için teşekkürler.